DEVLET KAN KAYBETMEKTEDİR!

Düşünmek... Düşünce üretmek... Üreten düşünceyle idraki uyarmak… Ve uyanan düşünceyi başka düşüncelerle karşılaştırmak…

Faruk OCAK

Kars DOLUNAY Derneği Başkanı

Yazarın tüm yazıları
DEVLET KAN KAYBETMEKTEDİR!

Kars DOLUNAY Derneği Engelliler Birim Başkanı Faruk OCAK:

Düşünmek... Düşünce üretmek... Üreten düşünceyle idraki uyarmak… Ve uyanan düşünceyi başka düşüncelerle karşılaştırmak… Karşılaşan düşüncelerle güreş başlayacak… Çok düşünen galibiyete yakın olacak… Ve galip olan mağluba düşünme artık, diyecek.., Artık yerine ben düşüneceğim, diye belki kulağını da çekecek.

Biz güreşmekle değil, düşünmemekle mağlup olduk. Asırlardır ülkede ne bir düşünür, ne de düşünmeye cesaret eden var artık. Aslında ben nihayetinde iki düşünürle tanışma şansına eriştim. Biri Amerika’da eğitimlerini birinciliklerle tamamlayan Oktay Sinanoğlu, diğeri Cemil Meriç… Oktay dönüşünde ülkesi için çabalarken, düşünmeyen toplumundan ne bir taraftar, ne de arkasına takılan bir kalabalıkla karşılaştı… Cemil Meriç’i de ancak öldükten sonra okumaya ve okutmaya başladık. Öldükten sonra mezarları saraya çevirmek ne işe yarayacaktı ki? Saraylar, sarhoş ve ayyaşların sığınağı…

Saraylara özenen devlet gönden güne zayıflatılmakta artık.. Niçin saklamalı yabancıların kucağına atlamakla başladı kan kaybetme... Temellerini Atanın ölümünü sabırsızlıkla bekleyen İnönü'ydü zaten... İnönü devleti Amerika kucağına atıktan sonra başlatılan inkılaplar ve Özal’la lüks gösteriş adeta yabancıların himmetiyle zirve noktasına taşındı. Ve lüks hayat içinde borçlanarak beslenen bir neslin çocukları olduk. Tüketim için beslenen bir neslin çocukları bir başkasının ürettiğini bir sınavdan diğer bir sınava koşar gibi tüketirken başı sarhoşlukla döndü kaldı. Başı dönen lüks meraklıları üretici devletlerin yevmiyeli uşağı olurken, bulunduğu mevki ile de iftihar etmeye kalktı. Bu şeref değil adeta bir esaret madalyasını taşımaya razı olmaktı... Madalyalı hayatını idame ettirmenin tek şartı da baş eğmek idi. Çünkü elin adamı kimseyi babası hayrına beslemezdi. Besleyenler ülkemize göz dikerken, halk da yabancıların ürettiğiyle beslenirken, o da kan kaybetmekten pay sahibi oldu… Halk sadece ihtiyaçlarıyla, hükümetler de lüks yaşamlarıyla günahtan pay sahibi olmak için adeta yarışa başladı… Ve ülkede bu paydan nasiplenen sözüm ona adı da aydın olanları çoğalttı. Çünkü yabancılara uşaklık edenler ancak ülkede aydın sayılmaktaydı ve yabancıların zırhıyla da korunmaktaydı.

Kendimize dönmekten de korkuyorduk artık. Halbuki medeniyetlerini hareket halinde kendi ayaklarıyla yürüyenler buluyordu. Kendi medeniyetini düşünenin kafası vardı. Kafası ve kalbi antlaşma içindeydi. Biz ise: kafamızı yabancıların kucağına yasladık ve kalbimizi de onlara teslim ettik. Kendimizi okyanusun sularına bırakırken, hangi kara parçasında duracağımızı bilmiyoruz şimdi. Ne yazık ki oyun önceden yazılmış ve bağlanan gözümüzle ite kaka oyunun sahnesinde kulağımıza fısıldanan kelimeleri düşünmeye fırsat bulmadan gerçekleştiriyoruz. Müttefike karşı vazife imiş! Bizim kendimize karşı vazifemiz yok muydu? Dünyanın çobanı olacağım diyenler her gün değer levhamızı yazıp bozarken, doğruluk ve yanlışları ölçecek kıstasımız ne olacaktı? Hükümet mi? Hükümet var mı? Menfaatperestlerin, tesadüflerle bir araya getirdiği çıkarcı topluluk Ankara’nın büyük millet meclisinde karşılaşmış. Evet, karşılaşanlar yabancını zırhıyla korunan tavizkarlar… Ve tavizkarlar çocuklarıyla korunmakta… Onları koruyanlar ülkemizde bizi ve çocuklarımızı sümüklü böcek gibi ezecek bir kuvvete erişti artık. Ama onlardan önce yöneticilerimiz bizi ezmekteler… Açıkçası bugün iki cinayeti birden işleyebilenlerle karşı karşıyayız…

Yorumlar

Yorum yazabilmek için giriş yapın. Henüz kayıt olmadıysanız yeni hesap oluşturun.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yap!